Udun teknik özellikleri ve yapılışı hakkında günümüze kadar en kapsamlı bilgiyi rahmetli hocamız Cinuçen Tanrıkorur vermektedir:

Ud’un teknesi; gemi karinasını andıran, enine ve boyuna yapıştırılmış 4-5 cm kalınlığındaki parçalardan oluşan bir kalıp üzerine, 70 cm boy, 2 ila 4 cm en ve 3 mm kalınlıktaki dilim (yaprak veya çemberlerin, çoğunlukla aralarına -hem estetik, hem sağlamlık amaçlı- kontrast renkli tek veya çift filetolar konularak işlenmesiyle meydana getirilir. Günümüzde bazı yapımcıların, parçaları tekne kavisine uygun boşluksuz olarak yapıştırılmış veya yine aynı formda yekpare alüminyum olarak kullandıkları kalıplar üzerine, ortada geniş, uçlarda sivri ve işlem orta eksenden başladığı için hep tek sayıda çevirdikleri dilimler, genellikle maun, ceviz, paduk, vengi, nadiren de kelebek, erik veya zeytin ağacındandır. Önceden ısıtılarak kalıbın eğimli profili kabaca verilen dilimler ütü ve ince kağıt yardımıyla kalıba çekildikten sonra, belirli yerlerdeki küçük monte çivileri çıkarılarak kalıptan alınır ve bu defa dilimlerin içbükey yüzeyi, çember ve filetoların uzun birleşme hattı boyunca kalın kağıt veya extrafor yapıştırılarak kuvvetlendirilir.

Tekne bitip kalıptan çıktıktan sonra, sivri uçtaki dip takozunun aksi ucunda, teknenin geniş baş tarafına içten yapışık, 12-14 cm genişlik, 7-9 cm yükseklik ve 8-10 cm kalınlığındaki bir ‘baş takozu görülür ki, amacı teknenin geniş alt ucunu, sivrilerek gelen dilim ve filetolarıyla birlikte daha iyi koruyabilmektir. Teknenin kalıptan çıkarılmasından sonraki ilk iş; baş taraftaki simetri ekseninin üzerine ‘ayna’ adı verilen, tekneye yakın renk ve malzemeden <10-15 x 5-6 cm x 3-4 mm ölçüsünde (düz veya tırtıllı uçları 0.5 mm’ye düşürülmüş) yarım daire bir parçanın yapıştırılmasıdır. Kapak takıldıktan çok sonra tekne ile birlikte cilalanacak olan bu parçanın görevi, gitgide incelerek uçta birleşen az-çok farklı boylardaki dilim ve filetoların birleşme pisliğini kapatmaktır. Kalıptan çıktığında henüz kapaksız, sapsız ve burguluksuz olan ud’un teknesi, eline hiç ud almamış insanları şaşırtacak şekilde, 300 ila 600 gram arasındadır (dilim ağacının özgül ağırlığı ve dilimlerin sayısına göre). Bu arada belirtelim ki udun dilimleri ne kadar çoksa (23-27), tekne yuvarlağı o kadar iyi sağlanır, dolayısıyla sazın kalitesi o nispette artar. Sesin yansıması ışık gibi olduğu için, ses dalgalarının çarpıp geri (kafeslerden dışarı) döndüğü iç yüzeyin kırıksız ve pürüzsüz olması çok önemlidir.

Yaklaşık 36×47 cm ölçüsündeki armudi formlu tekneden sonra, sıra sapın takılmasına gelir. 19 veya 19.5 cm boy, ince tarafı 36 ilâ 40, geniş tarafı 56 ilâ 58 mm genişlik, yine ince ucunda 13, geniş ucunda 26 mm kalınlıkta bir kesik silindirik koni formunda olan gürgen sap, tekneye, bunun sivri ucuna konmuş ‘dip takozu’ denilen eliptik koni aracılığıyla ve dip takozundaki dişi, sapın geniş ucundaki erkek olan bir kırlangıç kuyruğu detayı ile tesbît edilir. Bu tür birleşmenin amacı, gerili tellerin çekim gücüyle sapın ‘öne gelip’ telleri yükseltmesinin (dolayısıyla icrayı zorlaştırmasının) önlenmesidir. Ud almak niyetinde olan okuyucularımıza ikinci önemli tavsiyemiz, sapın gövdeyle birleştiği (teknik adıyla ‘tiz neva’) noktasında telle sap arasındaki mesafeyi 3 mm’den fazla olan udlara yaklaşmamalarıdır. Bu mesafenin 4 ilâ 5 mm arasında olduğu udlara ‘sapı atmış’ denir ve tamiri güç ve masraflıdır. Yapıcı ve icracıların sapa yakın telden kaçınmalarının sebebi, çalınırken cızlama (veya çırpma) gerekçesidir ki, aslında bu konu yapım değil, çalma tekniği ile ilgilidir.

Ud’un sapının parmakların gezineceği üstteki düz kısmı, geniş ön kısmındaki kalınlığı, dar arka ucundaki kalınlığı 4-5 mm olan, abanoz ağacından süssüz-desensiz bir klavye ile (tuş veya perdelik); avuç içine oturacak arkadaki basık yuvarlak kısmı ise, tekne ağacından kaplama ve filetolarla kaplanır. Sapın tekneyle birleştiği yuvar¬lak alt kısmına, tekne kuyruğuna doğru incelerek gelen dilim ve filetoların, birleşme yerindeki pisliğini kapatmak için de, sap yuvarlağını sardığı için ‘bilezik’ adı verilen, tekne ağacından 3 mm genişlik – 0.5 mm kalınlıkta bir kaplama yapıştırılır. Bazı yapıcıların at nalı gibi kalın ve kaba yaptığı, oysa ne kadar ince olursa o kadar zarif olan bileziğin cilâsı en sonda tekne ile birlikte yapılacaktır.

Sapın takılmasından sonra sıra, göğüs (veya kapağın) tekneye kapatılmasına gelir. Ud’un en önemli parçası olan kapak; kabaca 20×50 cm x 3 mm ölçüsündeki budaksız akçam (ladin) ağacından kesilip uzunlamasına simetrik olarak ve 1-3 mm genişliğindeki çok düzgün elyafının geniş olanları ortaya, ince olanları kenarlara gelecek şekilde yapıştırılmış bir elemandır. Tesviye sonunda 36 x 48 cm’lik armudi formuna ve 1.7-2.2 mm kalınlığa getirilen kapağın üzerinde, biri büyük (8.5-9 cm çapında), ikisi küçük (4.2-4.4 cm çapında), teknenin iç cidarına çarpan seslerin geldikleri açıyla dışarıya çıkmasını kolaylaştıracak ‘kafes’ adlı üç delik bulunur. Bu deliklerde etrafındaki 2-3 şeritli sade fileto oyukları çizildikten sonra, önce fileto oyukları 0.5 mm olarak kesici pergelle açılır, sonra da kafes delikleri delinir. Kapağın altında ise, ustadan ustaya az farkla değişen mesafe ve kalınlıklarda 7 adet balkon vardır. Ladin ağacından (suları uzunlamasına kesilmiş) 5-7 mm taban ve 3 ilâ 13 mm yüksekliğindeki (kare veya dikdörtgen kesitli uçlarından tekneye yapışacak) yatık veya gibi, tellerin göğse verdiği (geriliyken 85 kg/cm’lik) yükü teknenin yan duvarlarına aktarmaktır. Göğüsle teknenin yatık L profilli birleşmesi fileto denen süs-fonksiyon elemanıyla kapatılır.
Şimdi sıra, lütyelerin (klavye), sertliğiyle ünlü abanoz ağacından yapılan 36-37 cm boy (iki parçalı) ve 2-5 mm kalınlığındaki ‘tuş’un (Fran. touche) takılmasındadır. Ud perdeliği gelenekte sapla göğsün birleştiği yere kadar yapılır, geniş olan alt ucu, göğüs oyularak yerleştirilen abanoz ağacından kalp motifli (ve tabiî filetolu) bir parçayla bitirilirdi (bugün dahi ucuz olması bakımından udların büyük kısmı böyle yapılıyor). Unutulmamalı ki tek, ikili veya üçlü açık-koyu renkli filetolar, zarif ve asil Türk udunun yegâne süs unsurudur. Teknesi-sapı-burgu-luğu sedef ve fildişi kaba kakmalarla doldurulmuş, ağaç oyma kafesine yazılar yazılmış bol süslü udlar Şam ve Kahire işi olup bizim ud’larımızdan 2-3 misli daha ağırdır. Sazın sade (bu yüzden de hafif) olmasını tercih eden Türk lütiyelerin yaptığı ud’larda tekne-sap-mızraplık bu sebeple süssüzdür. Çağdaş udların bir de ‘uzun klavyeli’ olanı vardır ki ud virtüözü Şerif Muhiddin Targan’m (1892-1967), piyanodan sonra üçüncü sazı olan viyolonselin tuşundan mülhem olarak başlattığı bir uygulamadır ve bugün pahalı ud’larda oldukça yaygındır. Kalp motifli bitirme parçası yerine paralel genişlemeyle büyük kafese kadar uzatılan klavyenin amacı, kafese kadarki ‘ileri’ pozisyonlarda göğsü parmak temasıyla sağırlaştırmadan, daha net ses almaktır.

Ud’un ‘burguluk’ denen elemanı, 4 cm’den, 1.7 cm’e çok estetik bir sinüsoidle inen, 36-38 mm’den 22-24 mm’ye daralan iki yanağı 5 mm kalınlığında ıhlamur ağacından yapılıp, yanakları ve arkası teknenin ağacıyla kaplanan (böyleceyanak kalınlığı 7 mm’ye çıkan) U kesitli bir parçadır. Yanaklarında ‘burgu’ adı verilen kulaklar için özel havya ile üstte 6, altta beş hafifçe konik delik açılmış, yanak profilleri alt ve üstten aynı veya kontrast renkte filetolarla süslenmiştir. Yanakların üst kenarına konan filetolar, üstten bakılınca yanağı ince göstersin diye yarım parabolik pahlı yapılır. Burgulugun tepe ucu, kalitesiz udlarda olduğu gibi küt ve güdük değil, keman sapındaki ‘salyangoz’a muâdil ‘gaga’ adı verilen yuvarlak ve oyuk (tekne ağacından) ufak bir parçayla nihayetlendirilir. Burguluk ve filetoları gibi, gaganın form ve işçiliğindeki estetik dahi udun kalitesi hakkında fikir veren unsurlardır. Burguluk sapa, bir tür kırlangıç kuyruğu detayı ve yaklaşık 40-42 derecelik bir açıyla tesbît edilir. Bu işler yapılırken, ince zımparası yapılmış olan göğüs, kirlenmemesi için kâğıtla kaplanmıştır. Artık sıra ciladadır.

Önceki safhalarda sistreyle temizlenip muntazam hâle getirilmiş olan tekne, sap ve burguluk, son olarak çeşitli kalınlıklarda zımparalarla defalarca işlem görerek iyice pürüzsüz hâle getirilir. Çok aşamalı gomalak (veya selülozik) cilâ-zımpara-tekrar cila işlemlerinden sonra tekne kurumaya bırakılır. Abanoz klavye üzerine de mat ve uçucu bir cila çekildikten sonra, bir yün kumaş parçasıyla ovularak parlatılır (prensip olarak klavyeye cila sürülmez, ağacın kendi mat parlaklığıyla yetinilir). Ud’un göğsü de, en son tel takılmasından önce zımparalanıp temizlenir, ancak cilâlanmayıp tabii renk ve elyâfıyla bırakılır.

Tekne cilâsı kuruduktan sonra sıra, en önemli parçalardan biri olan, gürgen ağacından 2.5 cm en, 14 cm boy ve 1 cm yükseklikte, uzun siperlikli şapka keskindeki 11 delikli ‘büyük eşik’in, kapak dibinden 8.5 ilâ 11 cm içeriye, üzerine ağırlıklar konarak yapıştırılmasına gelir. Pest tellerin kalınlığı sebebiyle, kapak üzerinde tel yüksekliklerinin farklı olmaması için, delikler inceden kalına doğru çıktıkça kapağa biraz daha yakın şekilde delinin, yine aynı sebeple, atılan düğümler tel boylarını farklı hâle getirmemesi için, eşik kapak dibine tam paralel değil, üst ucu kapak dibine 1 mm daha yakın olarak yapıştırılır. Masif büyük bir eleman olan eşiğin (boncuk tutkalla) yapıştırılmasından doğan tutkal akıntıları önce sıcak sulu temiz bezle, sonra da göğse zarar vermeyecek şekilde çok ince (mes. 400 no.) zımparayla temizlenir. ‘Küçük eşik’ (veya kemik) adı verilen, 36-40 mm boy, 3 mm kalınlık ve 5-6 mm yükseklikteki, üstü geriye doğru hafifçe yuvarlatılmış fildişi parça ise, kırlangıç uçlu burgulukla klavyenin birleştiği L profilli açıklığa oturtulur (tellerin basıp geçeceği bir köprü niteliğinde olduğu gerektiğinde sökülmesi de gerekebileceği için fazla kuvvetli yapıştırılmaz). Çok muntazam hazırlanmış bir şablonla tel yerleri kemiğin üzerinde belirlendikten sonra, beşi çift, biri tek 11 tel için minik oluklar açılır. İlk takılmada ve sonraki akortlamalarda tellerin kopmaması için, hem ileri geri sürtülen kullanılmış tellerle oluklar belirginleştirilir, hem de kuru sabun tatbikiyle iyice kaygan hâle getirilir. Ud’un sayısı 11 olan ‘burguları abanoz, pelesenk, vengi, paduk veya gürgenden, üstte 7, altta 5 mm çapında, akort için tutulup döndürülecek yuvarlak baş kısımları parmakların rahatça oturacağı kulak memesi profilinde içbükey (2 x 2,4 cm), burguluğun yanaklarındaki hafifçe konik yuvalarına giren konik gövde kısımları ise baştaki en büyükten uçtaki en küçüğe- 4,5 ilâ 2,5 cm boydadır”.

Ud yapımı tıpkı diğer enstrümanların imalatı gibi gizemli bir meslek olarak kabul edilmiştir. Eski ustalar bilgilerini kolay kolay anlatmaz, sırlarını ölünceye dek saklarlarmış. Genç ustalar ise eski udların kapaklarını açarak ölçülerini ve kullanılan malzemeleri taklit ederek iyi netice almaya çalışırlarmış. Günümüzdeyse ud imalatı mükemmel bir ses kalitesine ulaşmıştır. Ülkemizde son dönemde yetişmiş başarılı lütyeler, Orta Doğu, Yunanistan ve ABD gibi ülkelere ihracat yapmaktadırlar, şüphesiz bunda teknik olanakların gelişmesinin etkisi vardır. Artık Türk saz yapımcıları eski kalıpları taklit etmek yerine fizik ve matematik kaidelerini kullanarak ses kalitesini tesadüfe bırakmak istememektedirler. Başarılı lütyelerimizden Faruk Türünz “Balkon Akortlama Yöntemi” sayesinde ud yapımını şöyle anlatmakta:

Ünlü Kemençe yapımcısı Baron (1834-1900) müşterilerine ‘nasıl ses istorsun bakalim?’ diye sorarmış. Ünlü Manol (1845-1915) beğenmediği bir ud çıkarsa onu kırarmış. Onnik Usta – Onnik Garifyan – Küçüküner (1900-1965) sırlarını kimse anlamasın diye atölyesinde birileri varken çalışmazmış.Bir kişisel anım bu tanımlamacı yaklaşımın ve rivayetlerle daralan ufkumuzun hiç değişe bizzat lutiyeler tarafından biraz aşılmış olduğunu anlamama yardımcı olmuştur. 1977 yılında Hadi usta’ya bir ud siparişi verdiğim günlerde Cerrahpaşa’daki dükkânına sık sık gider olmuştum. Bir gün o zamana kadar kafamı hep kurcalamış olan bir konunun geçtiği bir sohbete tanık oldum. Bir amatör ud yapımcısı Hadi Usta’nın ağzından laf almaya çalışıyordu. Konu, nasıl oluyordu da yapılan her udun sesi farklı oluyordu sorusunun etrafında dolaşıyordu. Hadi Usta, ‘Bu iş hesap işidir. Öyle görüldüğü kadar basit değil bu. Benim ustamın ustası Manol bunları ta ölünceye kadar kimseye öğretmemiş. Ölüm döşeğinde çağırmış kalfalarını yanına, balkonların yerini göstermiş.’ diye muhatabının sorularını pek bir şey açıklamadan geçiştirdiydi. Bu sahne, udun ses özellikleri ile ilgili sayısız denemelerimin sürdüğü yıllar boyunca hiç zihnimden silinmedi, hâlâ da taptaze ve canlı duruyor. Rahmetli Hadi Usta’nın ‘Hesap işi bu hesap!’ derken ne demek istediğini sonraları anladım. Acaba neyi hesaplamak gerekiyordu? Geçmişimizin musiki aleti yapımının incelikleri ile ilgili, tarihleşememiş bir katmanından işin özüne dair çok önemli bir ipucu-, belki de pek çok mütecessis ziyaretçisinin Hadi Usta’dan işittiği bu birkaç cümlede gizliydi.

Sesin mahiyetinin ve müzik seslerinin frekans hesaplamalarının çok eski tarihlerden beri bilinmekte olduğu kimsenin meçhulü değildir. IÖ 569-475 yıllan arasında yaşamış olan Pythagoras’ın tam beşli zincirleri, Pythagoras dizilerini ve kendi adıyla anılan koma aralığını tespit etmiş olduğu hepimizce malumdur. Ses fiziği ile tanışmam, 1984 yılında ud yapmaya başladıktan sonra oldu. İlk yaptığım udların seslerinin istediğim gibi olmaması bende düş kırıklığından çok, büyük bir merak ve öğrenme isteği doğmasına yol açtı. Bir sene boyunca hiç yeni ud yapmadım. 0 yıllarda, Türkiye’de konu ile ilgili kitap bulmak mümkün değildi. Bugün artık internet sayesinde, Batı dillerinde yazılmış ve lütyelerin işine yarayacak bilgilerin bulunabileceği yüzlerce kitap ve makaleye ulaşmak çok kolay.
1985 kışında konu ile ilişkilendirebileceğim bilgiler içeren, edinebildiğim tek eser olan, İTÜ’de okutulan ‘Mekanik Titreşimler’ ders kitabında, kirişlerle ilgili denklemlere ve kiriş zati frekansını veren formüllere rastladım. Böylece, balkon frekanslarının hangi parametrelerle ilişkili olduğunu anlamamla başlayan uzun bir serüvene daldım. Önümde yepyeni bir ufuk belirmişti. Sayısız denemeler yaptım. Yaklaşık on yıl kadar süren teorik ve deneysel çalışmalarımın beni getirdiği noktada artık, denemelerimde değiştirdiğim parametreleri hem sonuçları bakımından istatistik! olarak değerlendirme imkânı bulacak kadar çok veriye sahip olmuştum-, hem de artık kullandığım yöntemi, onu formüle edebilecek kadar geliştirmiştim. ‘Balkon Akortlama Yöntemi’ olarak adlandırdığım tekniği, özel olarak yazılmış bir program, bir sonometre, bir elektronik akort cihazı ve birkaç işleme aletini gerekli kıldığı için, yurtdışında verdiğim konferanslarda bir sistem olarak tanıtmak üzere ‘The Brace Tuning System’ olarak adlandırdım.

1997 yılında tamir için bana getirilen 1901 yapımı bir Manol udunun tamamen harap vaziyetteki ses tablasının üzerinde bazı denemeler yaptım, özel bir lastik çekiççik ile belli noktalarına ve ‘balkon’ tabir edilen direnç çıtalarına vurarak çıkan sesleri (Frekans) tespit edip, bunları ‘Balkon Akortlama Yöntemi’nin formüllerine uygulayıp tablanın ve balkonların frekans dağılım şemasını çıkarttım. Gördüm ki, Manol Usta balkonları gelişi güzel biçimde yapmamış. Size daha ilginç bir saptamamı da açıklamak istiyorum: Balkon çıtalarının hiç birinde onların ses tablasına yapıştırıldıktan sonra işlenmiş olduğunu gösteren bir ize rastlayamadım. Manol Usta, balkonların ölçülendirilmesini ve onlara belli bir şekil verme işlemini, bu çıtaları daha ses tablasındaki yerlerine yapıştırmadan önce yapmış. Bunu anlayınca, Manol Usta’nm frekanslar ile ilgili bilgilere sahip olduğu ve ses tablasını yaparken balkon çıtalarını belli frekanslara ‘akortladığı’ sonucuna vardım. Hâlbuki bugün ud yapan hemen herkes, eş yükseklikte ve ende dikdörtgen kesitli çıtalar hazırlayıp tutkallayarak bir baskı tablası yardımıyla bunları ses tahtasına hep birlikte yapıştırmaktadırlar. Bu teknik zaman kazandırmakta, ama balkonları gereken frekanslara getirmemize olanak vermemektedir. Manol Usta herhalde ‘maddenin zaman boyutu’ ile çıtaların birim zamandaki titreşim sayısı bağlamında ilgilenmiş; çağdaş meslektaşları kadar zamandan tasarrufu düşünmemiş!

Yıllardır üzerinde çalıştığım, sazın muhtelif parçalarının zati frekanslarının, sazın sesindeki gürlük, tını gibi özellikleri belirleyen temel parametreler olduğuna dair tespitlerimin, Manol Usta’nm yönteminin bu yaşlı tanığı ile teyit edildiğini görmek beni çok heyecanlandırdı.