
Yurdal Tokcan Röportajı
Otoriteler tarafından dünyanın en önemli ud icracılarından biri olarak gösterilen Yurdal Tokcan’la “UD” yolculuğu üzerine…
“Özleyiş adli eserin gizemli ve hüzünlü hikayesi…”
Otoriteler tarafından günümüzün en önde gelen ud sanatçıları arasında gösterilen Yurdal Tokcan ile çok keyifli bir sohbetimiz oldu. Kendisi yurtdışında ve Türkiye’de geleneksel müziğimizi verdiği konserlerle başarılı bir şekilde temsil ediyor. Umarım röportajı okurken siz de o sohbetten aldığım hazzı duyarsınız.
Musiki melekler lisanıdır.
Ud yolculuğunuz nasıl başladı?
-Ud yolculuğum 1983 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Turk Musikisi Devlet Konservatuarı Temel Bilimler Bolumune girmemle başladı. Benim okula kaydımı abim yaptırdı. O sırada özel bir şirkette çalışıyordum ve akşam eve gidince konservatuara kayıt olduğumu abimden öğrendim. Normalde üniversitede kimya mühendisliği okumak istiyordum ve onun için çabalıyordum. Fakat müzik anlamındaki kabiliyetim özellikle annemin çok ilgisini çekmiş. Abim yeni aldığı bağlamasını metodla çalmaya çalışırken ben kulaktan öğrenerek ona birkaç ay sonra ders vermeye başlamıştım. Annem algıları açık bir kadındı. Onun beni konservatura yönlendirmesi benim için bir dönüm noktası olmuştur.
Aslında genellikle enstrüman eğitimi küçük yaşlarda başlar. Fiziksel gelişimle beraber sazımızla olan teknik buluşmaların yapılabilmesi için erken yaşta başlamak ehven-i şer dir. Fakat benim uda başlamam 18 yaşımdaydı.
Öncesinde müziğin çok içinde olan bir aile yapısından geldim. Mesela babamın kuzeni olan Ümit Tokcan Trt’de çok önemli bir halk müziği sanatçısıdır. Babamın sesi de profesyonel anlamda kendine bir yer bulabilecek kadar güzeldi fakat onun müzikle ilgisi aile içinde kaldı.
Ben Orduluyum ve Karadenizde müzik sosyal hayatın çok önemli bir parçasıdır. Genellikle profesyonel anlamda olmasa da sohbet ortamlarının vazgeçilmez birleştirici unsurudur müzik.
İstanbul’a taşındıktan sonra da aile toplantılarımızın bir bölümünü müziğe ayırırdık. Evimizde sürekli radyo çalardı. Konservatuar öncesine baktığımda müzikle içiçe bir yaşamım oldu.
Konservatuara 18 yaşımda girmemle birlikte bütün o kulağımda yer eden sesler ve ailemden gelen genetik kodlar konservatuarın akademik ortamının rehberliğinde açığa çıktı.
Tabii bu açığa çıkışta şu nokta çok önemliydi:
Okulda aldığım akademik eğitimde ve sonrasında “Benim kendi sorularım olmalı, ben farklı birşeyler üretmeliyim” diye motive ettim. Sürekli kendimi tetikledim. Eksiklerimi fark edip onları telafi etmek adına okulda sunulan şablon eğitimi beklemedim. Onların dışına çıktım. “Ben farklı olarak ne yapabilirim, ne üretebilirim?” gibi sorular vardı kafamda. Hep böyle küçük sorularla kendimi farklı alanlarda eğitmeye çalıştım. Kendi sorularımın cevaplarının peşinden koşmaya çalıştım.
Konservatuar gibi akademik ortamlarda herkesin yetenekleri farklı olduğundan herkes farklı ışıldar. İşte bu ortamda kendi sorularımızı üretip onları bu işin içine katmamız gerekiyor ki farklı olalım. Genelden ayrılıp özele ait birşeyler üretelim. Ben bilginin olduğu her yerden birşeyler kapmaya çalıştım. Sürekli farklı branşlardaki arkadaşlardan ilhamlanmalar oluyordu. Mesela tanbur sınıfından bir arkadaşın yapmış olduğu bir örneklemeyi hemen alıp denemeye çalışırdım. Göz ve kulak hırsızlığı denen birşey vardır bizde. Yandaki birisi birşey çalarken onu dinleyip daha sonra hatırda kaldığı kadarıyla onu denemek. Bazen öyle şeyler yakalardım ki içim içimi yerdi onu biran önce sazima aktarip, deneyip, anlamak adına.
Sanatçıda hiç bir zaman son durak olmamalı.
Uda ilginiz nasıl başladı, nasıl tanıştınız udla?
-Karadeniz’de müzik sosyal hayatın çok önemli bir parçasıdır, demiştim. Mesela babamın annesi Ordu’da gönüllü olarak ud dersi verirmiş. Benim amcalarım ve halalarım ud çalarlardı. Ailemin evinde de duvara asılı bir ud vardı. Fakat bizim evimizdeki ud duvarda asılı dururdu. Dantelli güzel kılıfının içinde senelerce durdu. Çok ilginçtir, biz ona çok büyük saygı gösterirdik. Duvarda udun yanında Kuran-i Kerim asılıydı. Bu yüzden udun ve udun temsil ettigi degerlerin bizim için bir kutsallığı vardı. Kuran-i Kerimdeki sosyal hayata dair ogretiler ud sazi sayesinde bizim hayatimiza yansiyordu. Evde biri ud caldiginda ona saygisizlik olmasin diye cit cikarmadan dinlerdik. Boylece buyuklere saygi, sevgi ve hurmeti duvardaki uda baktigimda goruyordum. Bu yuzden “Ben onu ordan almaya yetkili değilim” gibi bir hissiyatımız vardı içimizde. O ud orada ben konservatuara girene kadar asılı durdu. Okulla beraber o saz ordan indi ve ilk onunla başladım. O saz hala duruyor.
Evimizde ud ile Kur’an-I Kerim duvarda yanyana asılıydı
Udun diğer enstrümanlardan farkı nedir? Enstrümanların karakteristikleri açısından udu diğerleriyle kıyaslar mısınız?
-Bizim geleneksel müziğimizde sazların yaptığı, bir hanendenin okuyuşunu taklit etmeye çalışmaktır. Müzik insan sesiyle başladığı için tüm sazlar insan sesini kopyalamaya çalışır. Ud perdesiz olduğu için ise insan sesini kopyalamak adına daha avantajlı.
Ud ses karakteristiği olarak davudi dediğimiz, içsel bass sesler çıkarır. Ud sesi bütün enstrümanların sesini birbirine yaklastirir, kaynaştırır ve yumuşatır. Bir kayitta bazı sazların yanında ud çalınırsa udu belki tam olarak duymazsınız. Ama udun yokluğu müzikal anlamda grubun örtüsünü kaldırmış gibi hissettirir. Bir Turk muzigi saz toplulugu icerisinde bu frekansta bir enstrüman olmasa tiz karakterli enstrümanlar sanki çıplak kalır. Her sazin karakteristigi farklidir ve ud bu anlamda diger enstrumanlara zemin olusturan bir rol ustlenir. Cunku muzikte derinligin olusmasi ud gibi bass karakterli enstrumanlar tarafindan olur.
Udun bir başka avantajı çalarken söylemeye izin vermesidir. Sana eşlik eder. Bunun yaninda ritim atabilirsiniz. Ayrica bir muzik eserini ud ile notaya bakarak icra etmek kolaydir.
Günde ne kadar uda vakit ayrılmalı? Siz ne kadar vakit ayırıyorsunuz?
-Bu tamamen bireysel bir tercih. Aklınız gönlünüz tatmin oluyorsa 5 dakika bile yeterlidir. Öğrencilik yıllarında genelde insanların bilgisi şu yöndedir: Günde 7 – 8 saat çalışmak lazım. Ben bunu denedim. Bir eseri çalmak, bir konser vermek yılların çalışmasının sonucudur. Onun arkasında derinliği olan bir idman tablomuz vardır. Bu idman döneminde kendi metodlarımızı ve çözümlemelerimizi oluşturursak onlar bize rehberlik edecektir.
Ud çalmak bedeni bir çalışmadır. İlk 15 dakikadan sonra algının ve dikkatimizin azaldığı bilimsel bir gerçektir. Bu anlamda mühim olan çözümlemeleri yapmak. Belli bir çözümlemeyi bulduktan sonra ister yarım saat ister 10 saat çalış. Önemli olan nokta bir takvim içerisinde belli bir periyodda kendin ikna olana kadar çalışmayı sürdürmelisin. İkna olana kadar derken kendi kendini yeterli görmekten bahsediyorum. Çözümlemeyi yaptıktan sonra bedenin dayandığı ölçüde zamana yayılan tekrarlar başlıyor. Tekrarlar uzun bir süre devam edebilir. Fakat algımızın açık olduğu ilk bir saati çok iyi değerlendirmemiz gerekiyor.
Okul ortamında aldığım farklı derslerden dolayı her zaman uda odaklanamıyordum. Bazen 15 dakika çalışıyordum ama o bana çok büyük keyif verirdi. Çünkü orda kafamdaki sorunun cevabını buluyordum. Onu bulduğum anda benim için belki 10 saat çalışmış gibi bir kazanç hissi oluyordu. Esas kişinin tekniğini belirleyecek unsurları algılaman ve üretmen ilk bir saat içinde olan şeylerdir. Musiki sınırsızlıklar ilmidir. Melekler lisanıdır. Üretilmiş eser sayısını düşün, hala yeni besteler üretiliyor. Sonuçta sesler tınılar kullandığımız notalar belli ama eşlemeler hala bize sınırsızlıklar sağlıyor. Herkes yeni besteler üretebiliyor.
Belli bir zaman ud çalıştıktan sonra udum ile uretkenligimi saglayamayacagimdan endise duyup uddan uzaklaştığımı hatırlıyorum. Üniversitenin ikinci sınıfıydı. Sonra tekrar başladım. O gun anlayamadigim calismalarin belli bir zamana yayilmasi gerektigiydi. O zamanlar kendin birşeyler üretmeye çalışınca beklentilerimi karsilamiyordu, bir tıkanıklık vardı. İşte o beklentiyi karsilayacak malzemeyi biriktirmek tek başına udla ilgili değildi. Dİğer dersler de bunu besliyordu. Konserlere gitmek, kayıtlar dinlemek hep bunu besledi. Sonra sen bütün bu birliktelikle beraber tekamül etmeye başlıyorsun. Bunların hepsi bütünleşecek ve ud bunun yansıması olacak. Sadece teknikle değil bu. .
Sanatçının en verimli olduğu yıllar 40 yaşından sonradır diye bir genelleme vardır. Hem insanın olgunlaşması, o zamana kadar elde edilen bütün bilgiler, hem müzikal olgunluk buna katkıda bulunur.
Benim okulum bitince Tanburi Necdet Yaşar’ın kurdugu Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğuna başladım. Oraya girince ikinci universite başladı. Orda geleneksel ogreti metodu olan “usta – çırak” okulu basladi. Bu bitmeyen bir okuldur. Hayatiniz boyunca hocanizin yaninda ogrencisinizdir. Ama bizim de bu anlamda egittigimiz ogrencilerimiz var.
Ustamız Necdet Yaşar bize bu ilişkinin gerek disiplinini gerek kültürel ve sanatsal aktarımını yaptı. Bizim eğitimimizde üstaddan meşk ederek kuşaktan kuşağa bilgi aktarımı olurdu. Osmanlı zamanındaki eğitim gibiydi biraz. Ustamiz Necdet Yasar bizden iki jenerasyon öncesinin bütün bilgi ve birikimini bize aktardı. Bu aktarım kolay bir aktarim degildi çünkü sen bugünde yaşarken bundan elli yıl öncesini algılamak insanı bazen yorabiliyor. Ama o hocayla 6 yıl calistik ve her günümüz bir ders niteliğindeydi. Hocamıza olan saygımızdan dolayı, hep hazırlıklı olmak adına o gün yaptığımız dersleri evde çalışırdık. Hocamıza mazeret sunarsan kabul etmiyordu. Okulda görmediğimiz bir çalışma temposunu o “usta – çırak” ilişkisi içerisinde yaşadık.
Zamanimiza donersek konservatuarlar çok önemli kurumlar fakat oradaki arkadaşlar bu sistemle öğrenmeye devam etmeliler. “Usta-cirak” silsilesi devam etmeli. Bizim de öğrencilerimiz var. Edindiğimiz tecrübelerle geleneksel ile akademik aktarımı birleştirip daha farklı bir sunum yapıyoruz. Eskiden hocalardan ilgi almak bu kadar kolay değildi.
Arabanın olmadığı zamanlarda öğrenciler uzun mesafeler katedermiş hocaya ulaşmak için. Daha sonra hocanın “Bugün keyfim yok nahoşum” cevabıyla eve döndükleri olurmuş. Ona rağmen o ilginin ve bilginin peşinde azimle devam ediyorlarmış.
Sanatçıda hiç bir zaman son durak olmamalı. Ben hala bir eser dinleyip ondan yeni birşeyler çıkarmaya çalışıyorum. Önden giden kişi olmak durumunda sanatçı. Bunu yapmak için bilgi dağarcığını geliştirmen gerekir. Ben herşeyi biliyorum dediğin anda sen hiçbir şey bilmiyorsundur. Senin kapasiten o kadarmış. Algılama kabiliyeti arttıkça analiz kabiliyeti artar. Ben bir eseri dinlerken şurda yaptığı çarpma çok güzel olmuş ben de deneyim derken sen onu farketmeyebilirsin. Ama yine de eser seni etkileyip yüreğine dokunabilir.
Sanatçıda hiç bir zaman son durak olmamalı.
Udun hayatınıza yansıması nasıl oldu? Duygu dünyanızda, insan ilişkilerinizde farklılıklara yol açtı mı?
-Aslında karakterin yansımasıdır müzik. Çok heyecanlısındır, bu icrana akseder. Sakinsen sazın da sakindir. Karakteristik özellikler ve ruh halleri sazda yansır. Bunu saza yansıtabilmek sazla bütün olmanın bir göstergesidir. Hissiyatını enstrümanla dile getirebilirsen onunla bağlantın tamamlanmıştır. Teknik olgunluk göstergesi budur. Ruh halimizi sazımızla karşıya aksettirip ruha gönüle dokunabiliyorsak teknik anlamda bir olgunluğumuz var demektir. Bu ben sazımda fırtınayım, herşeyi çalabilirim demek değil. Bir notaya dokunmak, bir notanın derinliğini hissedip hissettirebilmek o kadar önemli ki. Sadece tek bir notanın uzayan tınısındakı derınlık ınsanı mana alemıne goturmeye yeterlıdır. Tabii bu anlattıklarım algılanması zor olan şeyler. O yüzden sanatçıların olgunlaşma yaşları 40’dan sonradır. Eğer duyduğun müzik içindeki sedalar o anda düşündüğün şeyin hayaliyle uyuşmaya başlarsa sen orda çok huzurlusundur.
Özleyiş adlı eserinizi bestelerken neler hissetmiştiniz? Kime duyulan özlem sonucu bu eseri bestelediniz?
-Faruk usta vardır ud yapımcısı. Atölyesine uğramıştım. Oradaki enstrümanlardan birini denedim ve baktım ki çok güzel. Bazı sazlar sizi çok iyi ifade eder. Aradıgınız tınıyı onda bulursunuz. O da tam benim istediğim gibi bir uddu. O sazı çok sevmiştim. Teknik yapısı vs. itibariyle tam aradığım tarzdaydı. 15 gün sonra Boğaziçi Üniversitesinin Türk Müzik Klübünde yaptığımız çalışma sonrası ben udu zevkle çalıyordum. Bir ara verdim. Sonra bir baktım sazın ortadaki büyük eşiği tam ortadan açılmış. 15 – 20 saniye daha çalşam elimde patlayacaktı. O teller gerilimden dolayı kopsa insanı yaralayabilirdi. Tabii bu duruma çok üzüldüm. Hemen eve gittim o halde ve özleyiş o zaman çıktı. Kendime çok yakın hissettiğim bir enstrümanı kaybetmiştim. Bu olay duygularımı açığa çıkartan tetikletiyici unsur oldu. Herkesin içinde bir acı, hüzün ve özlem vardır. Udun o hali benim içimdeki bu duyguları tetikledi. O tetiklenme halinde 10 – 15 dakika içinde bu eser çıktı.
Sadece tek bir notanın uzayan tınısındaki derinlik bile insani mana alemine götürmeye yeterlidir.
Türk Musiki Sanatına ilgi duyan gençlere nereden başlamayı tavsiye edersiniz?
-Akademik kurumlar şu an çok yaygın. Bir çok ilde konservatuarlar ve müzik liseleri bu anlamda güzel hizmet veriyorlar.
Yine yetkin insanların idaresindeki dernek ve cemiyetler bu anlamda çok değerli. Çünkü böyle kurslarda akademik geçmişi olan hocalar var. Adet olarak konservatuarlardan daha fazlalar. O yüzden dernek ve cemiyetler bu alana ilgili gençleri yönlendirme, Türk Müziğini canlı tutmak ve yaygınlaştımak adına çok faydalı alanlar.
Bir enstrümana gönül vermiş öğrenciler hem akademik hem de geleneksel öğrenme metodlarını görüp öğrenmek hatta yaşamak durumundalar. Aceleci olmamaları gerekir. Belli bir teknik altyapıya sahip arkadaşlar hemen kendilerini ifade edebilecekleri ortamlara yöneliyorlar. Günün müziğini yapıyorlar. Fakat 3 5 yıl sonra o kredileri bitince kendilerini yapayalnız hissediyorlar. Çünkü 10. Yüzyıldan gelen geleneksel müziğimizin değerlerini, köklerimizi bilmeden bugünün müziğine endeksli bir çalışma ortamına girmek bizi yalnızlığa sürüklüyor. Mutlaka klasik eserlerimizi iyi anlayıp öğrenmeleri gerekiyor. Ancak o temel üzerine kurulan yeni yapılar ayakta kalabilir. Popülist olmamak lazım bu anlamda. Bu iş idealist olmayı gerektiriyor.
Yurtdışında da konserler verdiniz. Onların müziğimize bakışı nasıldı?
-Çok saygılılar. Enstrümantal müzik duygu aktarımı anlamında çok daha kolay. Sadece müziksel tınılarla iletişim kurduğunda seni çok iyi anlayıp dinleyen, arkalarına yaslanmadan gözlerini kapatıp meditasyon yapmaya çalışan, geniş dinleyici kitleleri var. Kültürümüzün derinliğini görünce insanların hayret dolu tepkilerine nail olduk. “Biz Türklerin böyle müziği olduğunu bilmiyorduk” diyen insanlarla karşılaştık. Yurtdışında biz hep ekonomik anlamda yaptığımız projelerle kendimizi ifade etmeye çalışıyoruz. Ama kültürel anlamdaki paylaşımlar bizi çok daha iyi ifade ediyor. Mesela yabancılara Sultan bestekarlardan örnek verıldıgı zaman şaşırıyorlar. ‘Osmanlı sadece savaşmıyor muydu? Bir sultan nasıl beste yapabilir?’ gibi soruları oluyor. Tabi zamanla Türk Müziği çok yaygınlaştı. Bir çok yabancı arkadaşımız Türkiyeye gelip eğitim alıyor.
Yabancılara Sultan bestekarlardan örnek verildigi zaman şaşırıyorlar. ‘Osmanlı sadece savaşmıyor muydu? Bir sultan nasıl beste yapabilir?’ gibi soruları oluyor.
Hanendeler şazendelerden daha medyatik. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu bütün dünyada böyle. Aslında hemen arkamızda çok acı bir örnek var. Halil Karaduman vefat etti. Biz kendisiyle 8 yıldır beraber saz çalıyoruz. Geçen hafta birlikteydik. Bir seyahate gitti, orada rahatsızlandı ve vefat etti. Haber programlarını açıyorum, televizyonlara bakıyorum tek tük haberler çıktı. Ama Alex’in bir sözü günlerce altyazılarda geçti. Haber gündemini oluşturdu.
Tüm dünyanın büyük bir kaybı olan çok özel bir sanatçı vefat ediyor ve haberi çıkmıyor. Böyle bir şey olur mu? Çok kızdım buna. Medya bizi takip etmiyor ama bu kadar da değersizleştirmemek lazım.
Acı olan başka bir şey ise bir tv programında yer alan haberde “Halil Karaduman şu ünlü isimlerle çaldı” diye haber verildi. Buna hiç gerek yok. Halil Karaduman ile şu isimler çalışmıştı denmeliydi. Halil Karaduman’ı bir yere koyup onla çalışma şerefine bu insanlar erişti diye anlatılmalıydı. Bİr enstrüman icracısı kolay mı yetişiyor?
Sana bir finansör bulup iki gazeteyi arkana taksak sen yarın starsın. Ama ben sana şu anda 1 milyon dolar versem yarın senden bir ud resitali yapmanı istesem yapabilir misin? Ama şarkı okuyabilirsin.
Maalesef eğitimsiz birçok kesim de “Nerden çıktı bu yetenek?” gibi tepkiler verirler. Bu anlamda medya inanılır gibi değil. Değerlerimiz var. Sahip çıkmamız lazım. 10 yıl öncesine kadar cdlerde sazendelerin ismi yazmıyordu. Şimdi gene daha bilinçliyiz. Bir eseri dinlerken hangi enstrümanı kimin çaldığını merak eden insanlar var. Bir enstrümantistin bir solosunu dinlemek için cd alan insanlar var. Aslında biz de biraz geride duruyoruz. “Usta-çırak” ilişkisinden öğrendimiz saklanma hissiyatı, mütevazılık bizi geride tutuyor.
Bana değerli vaktinizi ayırdığınız için çok teşekkür ederim Hocam. Bana bir hazine bıraktınız…
Kaynak : medeniyetimiz.com